Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar, önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonrada istiklal ve istikballerini kaybederler.
-Mustafa kemal Atatürk
“Büyüme, başlı başına bir amaç değildir;
yaşam standartlarını ve kalitesi arttırmak
üzerine eğilmeliyiz.”
Joseph E. Stiglitz
"Aptalların zaman kaybı dediği şey,
çoğu zaman en iyi yatırımdır.,,
- Nassim Nicholas Taleb
Türkiye'nin beş yıllık büyüme ve kişi başına düşen gelir oranı rakamsal olarak artmış olsada
ülkede'ki üretim yoksunluğu ve dışa bağımlılık sonucu oluşan enflasyon nedeniyle artan
emisyon (karşılıksız para basımı) oranı ülke insanlarının refah düzeyini oldukça düşürmüştür.
bu refah kaybında temel neden üretim yoksunluğu ve dışa bağımlılık olsa da TÜİK enflasyon verilerinin
yanlış sunulması nedeniyle yapılan zam oranlarının yetersiz kalması da büyük bir rol oynamaktadır.
Yazar : Mr.Spekülatör
.
Enflasyon ve İşsizlikte Dünya ve Türkiye ekonomisine ait tradingeconomics.com adresinden alınan verilere göre, Türkiye hem gelişmiş ülkelere göre en yüksek enflasyon oranına sahiptir (%83,45). Dünya ülkelerinin tamamı dikkate alındığında ise Zimbabve %280,40, Lübnan %161,89, Suriye %139,46, Sudan %125,40, Venezuella %114,10’dan sonra %83,45 ile en yüksek enflasyona sahip altıncı ülkedir. Türkiye’den sonra Arjantin %83, İran se %52,20 gibi bir enflasyona sahiptir. Türkiye’nin aynı kaynaktan alınan verilere göre işsizlik oranı %9,6 ve büyüme oranı ise %2,1’dir. Bu oranların verilmesinin sebebi bir ülkedeki ekonomik performansı ölçmek için kullanılan en temel üç gösterge enflasyon, işsizlik ve büyüme oranıdır. Bu göstergelerden kısa sürede toplum yaşamını etkileyen ise işsizlik ve enflasyon oranıdır. Bu doğrultuda 1970’li yıllarda ABD başkanı Lyndon Baines Johnson’ın danışmanlığını da yapan ekonomist Arthur Okun tarafından Sefalet (Hoşnutsuzluk) endeksi geliştirilmiştir. Okunun geliştirdiği endeks şu şekildedir. Sefalet endeksi= enflasyon+işsizlik’tir.
Buna göre, Türkiye’deki Sefalet endeksi= enflasyon+işsizlik=83.45+9.6= 93.05 ile gelişmiş ülkelere göre en yüksektir. Türkiye’ye sefalet endeksi en yakın ülke Arjantin’dir. Arjantin’in sefalet endeksi değeri 89.8’dir. Bu endeks değeri yükseldikçe ülkedeki sefalet artıyor veya ekonomik gidişattan hoşnutsuzluk yükseliyor demektir. Düştükçe de ekonominin işleyişinden memnuniyetin arttığı anlamı çıkmaktadır.
Arthur Okun tarafından 1970’lerde geliştirilen bu endeks daha sonra ekonomist Robert Barro ve Steve Hanke tarafından hem büyüme hem de faiz oranları eklenerek daha kapsamlı hale getirilmiştir. Anlaşılır olması nedeniyle de çok yaygın kullanılan bir endekstir. Robert Barro ve Steve Hanke sefalet endeksini şu şekilde formülleştirmişlerdir: Sefalet Endeksi = (Enflasyon Oranı + İşsizlik Oranı + Faiz Oranı) – Büyüme Oranı.
Formüldeki faiz oranı on yıllık devlet tahvili faiz oranını temsil etmektedir. Formüle göre büyüme oranı pozitif olduğunda endeks değeri düşüyor (sefalet azalıyor). Büyüme oranı negatif olduğunda ise endeks değeri artıyor (sefalet artıyor). Ekonomi büyüdüğünde bu oranın düşülmesi gerekiyor, çünkü ekonomik büyüme sefaleti azaltıyor. Türkiye’nin Sefalet endeksi sırasıyla 2020’de; 21, 2021’de: 13, 2022’de ilk 8’da olacak gözükmektedir. Türkiye gelişmiş ülkelere göre sefalet endeksinde hep birinci sıradadır. Tüm dünya ülkeleri içerisinde ise Küba, Venezüella, Surinam, Sudan, Zimbabve gibi ülkeler ile üst sıralarda yer almaktadır.
İşsizlikteki düşüşe rağmen, Enflasyonun yüksek olması Türkiye’nin sefalet endeksini yükseltmektedir. Türkiye’de enflasyonun yüksek olması ise değişik gerekçeler ile açıklanabilir. Dünyada da savaş ve pandemi sürecinden dolayı fiyatlarda yukarı yönde artış eğiliminin olması, döviz kurundaki aşırı artışın fiyatlara yansıması, pandemi dönemindeki para basma eğilimlerinin fiyatlar üzerindeki artış baskısı, dışa bağımlılığın yüksek olması gibi birçok sebep sayılabilir.
Ekonomi bilimi ile uğraşan pek çok bilim insanının da belirttiği gibi, ülkelerin refah düzeyini artırıp toplumsal ilerleme sağlamaları kurumsal altyapıdaki düzenlemelere bağlıdır. Tüm ülkelerin tam istihdam ve fiyat istikrarını sağlama gibi etkin ekonomi politikalarına ilaveten, gelecek için üzerinde ivedilikle durmaları gereken üç konu bulunmaktadır. Bunlar: adalet sisteminin etkinleştirilmesi, eğitim sisteminin rasyonelleştirilmesi ve özgürlüklerin yaygınlaştırılmasıdır. Bunları sağlayabilen ülkeler pandemi sonrası ekonomik istikrarsızlıktan kolay kurtulup üretimlerini artıracaklardır. Diğerleri ise toplumsal refah kaybına uğrayacaklardır.
Yazar : Prof.Dr Kerem Karabulut
Yazar : Prof.Dr Kerem Karabulut
ATATÜRK DÖNEMİ TÜRKİYE EKONOMİSİ (1923-1938)-1
TÜİK’in açıklamış olduğu enflasyon oranı %60lar civarında ancak piyasada var olan yıllık enflasyon bu rakamın çok üzerinde.
Bu durum piyasada aşırı bir dengesizliğe neden oluyor.
Asgari ücret, memur ve emeklilere yapılacak zam oranları TÜİK enflasyon verisi baz alınarak yapıldığı için aşırı bir mağduriyete ve vatandaşın alım gücünün çok ciddi düşmesine sebep olmakta.
Ayrıca bu nedenden dolayı faizlerin pozitif reel faiz ortamına gelmesi mümkün değil. gelse bile o faiz oranlarının olduğu ortamda yatırım ve iç talep durma noktasına gelir.
Yani arkadaşlar anlayacağınız hükümet izlediği hatalı ve menfaate dayalı ekonomik ve yönetim politikalarında bir çıkmaza girmiş ve önünü göremez haldedir.
üstelik bu saçma ekonomik politikalar nedeni ile ülkedeki gelecek ekonomik beklenti öngörülemez hale geliyor.
bu durum iç ve özellikle dış yatırımların gelmemesine sebep olmakta.
şöyle bir örnek verecek olursak:
2005 yılında avrupa birliğine tam üye müzakerelerine başlandığında beklentilerin iyleşmesiyle türkiyeye 22 Milyar usd yatırım girdi.
Türkiyeye 1923 yılından 2005 yılına kadar giren toplam yabancı yatırım 15 Milyar usd
Bir ülkenin ekonomisini Adalet sistemini iyileştirip güven ortamını sağlamadan , üretim yapmadan ,gelir dağılımındaki adaleti sağlamdan düzene sokamaz ve istikrarlı bir şekilde büyümesini sağlayamazsınız.
Cümlelerimi MUSTFA KEMAL ATATÜRK’ün şu sözüyle son vermek istiyorum.
Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar; önce haysiyetlerini sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.
Yazar : Mr.Spekülatör
.
Kalkınma; milli gelirin ve üretimin arttırılmasıyla birlikte; sosyal, ekonomik, teknolojik ve kültürel yapının değiştirilmesi, halkın değer yargılarının kalkınmış dünya standartlarında geliştirilmesi ve gerekli tüm yeniliklerin sağlanabilmesi olarak ifade edilmektedir. Bir ülkenin üretim düzeyini belirleyen temel unsur sahip olduğu üretim faktörlerinin miktar ve kalitesidir. Üretim faktörlerinin hepsi önemlidir, ancak onların tamamını işleten insan olduğu için toplum üyelerinin kalkınmaya açık bir zihinsel şekillenmesi var ise kalkınma mümkün olmaktadır.
Bu yazıda size Kuznets’in modelinden, Nurks’nin kısır döngü teorisinden, Lucas ve Romer’in içsel büyüme teorisinden, Lewis’in sınırsız emek arzıyla kalkınma teorisinden, Rostow’un gelişmenin aşamaları teorisinden, Hirschman’ın dengesiz kalkınma teorisinden ya da Singer-Prebish tezinden bahsetmeyeceğim. Bu tür modellerin her birinin kendi içerisinde tutarlıkları veya eksiklikleri bulunabilmektedir. Bunları bilimsel çalışma yapanlar ayrıntıları ile araştırmakta ve bilimsel literatür içerisinde yer almaktadırlar.
Bu modellerin her biri ne anlatırsa anlatsın sonuçta her şey gelip insana dayanmakta ve toplum mensuplarının zihinlerini şekillendirme özelliklerine göre kalkınma süreci etkilenmektedir. Çünkü bilimsel literatür bize tüm ülkelerdeki insanların ortalama zeka düzeyinin aynı olduğunu söylemektedir. Önemli olan bu zekanın (zihnin) nasıl motive edildiğidir. İşte bu yazının ana amacı da, bizim gibi ülkelerde bu motivasyonun düzgün olmadığını verilecek örnekler ile açıklamaktır.
Zihinsel olarak bizim gibi ülkelerin kalkınmasını engelleyen bölgesel ve ulusal örnekler;
Turizm açısından önemli kayak tesisine sahipseniz ve kar yağdığında yolları açmıyor ya da park yerini temizlemiyorsanız kalkınmaya katkı yapan bir zihinsel şekillenmeniz yoktur.
Kışın buzları veya karı kara yoluna döküyor ve geçen arabaların bunu eritmesini bekliyorsanız zihinsel şekillenmeniz sağlıklı değildir.
Arabanızı park ederken yürüme yolunun önüne çekiyor ve bunu umursamıyorsanız zihinsel anlamda kalkınmaya açık değilsiniz.
Arabanın, motorsikletin egzozunu söküp, daha fazla ses çıkararak insanları rahatsız ediyorsanız zihinsel kalkınmanız mümkün değildir.
Sigaranızın izmaritini arabadan veya sokakta yürürken rastgele atıyorsanız zihniniz kalkınmaya açık değildir.
Bankada, Hastanede, postanede, Alıverişte sıraya riayet etmiyorsanız zihinsel kalkınma anlayışınız eksiktir.
Deprem ülkesinde olmanıza rağmen rüşvet ve adam kayırma ile evlerinizi kendinize mezar olarak yapıyorsanız zihin yapınız kalkınmaya müsait değildir.
Sağlık sisteminde bir hastayı bir sağlık kurumundan başka bir sağlık kurumuna sevk etmek için doktorlar hasta yakınına “git bir doktor bul, o hastayı kabul ederse hastayı sevk edelim” diyorsa, zihinsel olarak kalkınma aşamasında değilsiniz.
Karayollarında trafik levhalarına kursun sıkan önemli bir toplum kesimi varsa zihinsel kalkınma eksiktir.
Kanunlarınız var ama uygulamıyorsanız zihinsel olarak kalkınmaya açık değilsiniz.
Kendi cemaatiniz, mezhebiniz veya dininizin dışındakileri kafir, sapkın ve haklarının yenip öldürülmesi gerekenler olarak algılıyorsanız zihinsel anlamda kalkınmayı engellersiniz.
Adınıza Müslüman deyip ama benim partilim, benim cemaatim, benim ırkım, benim mezhebim, benim hemşehrim diyerek başkasının hakkını ona veriyorsanız zihinsel kalkınmanız tamamlanmamıştır.
Trafik ışıklarının ve araba sinyallerinin trafiğin dili olduğunu bilmiyorsanız ve gerektiği yer ve mesafelerde bunları kullanmıyorsanız zihinsel anlamda kalkınmadan uzaksınız.
Gustavo Petro’nun “Gelişmiş ülke, fakirlerin araba sahibi olduğu değil, zenginlerin de toplu taşımayı kullandığı ülkedir”. Sözüne uygun bir toplumsal kültüre sahip değilseniz zihinsel kalkınmanız eksiktir.
Ali Şeriati’nin “Her yerde olan fakirlik, Açlık ya da açıklık değildir. Fakirlik, sahafta satılmamış bir kitabın üzerindeki tozdur. Fakirlik, arabanın camından dışarıya atılmış muz kabuğudur. Fakirlik, yemeksiz geçirilen bir gece değildir, fakirlik “düşünmeden” geçirilen bir gecedir” algısına sahip değilseniz zihinsel kalkınmanız tamamlanmamıştır.
Sayılanlar çoğaltılabilir ve bunların her birini tüm insanlarımız veya dünyanın kalkınmakta olan veya azgelişmiş ülkelerindeki insanlar sık sık yaşamaktadırlar. Konuyu şiir yolu ile özetlemek bazen sayfalarca yazılması gerekenleri anlatabiliyor. Bu doğrultuda 9 Nisan 2022 tarihinde tarafımca yazılan şiiri sizlerle paylaşarak yazıyı bitiriyorum.
NE ZAMAN KALKINACAĞIZ?
Makam-mevkileri, ehillere verirsek,
Çalışıp-üretip öğrenmeyi bilirsek,
İhtiyacı lükse tercih edersek,
İşte biz o zaman kalkınacağız
Hacı-hoca değil, mümin olursak,
Kul hakkı yemekten uzak durursak,
Zihinleri kirlenmekten korursak,
İşte biz o zaman kalkınacağız
İlmi-bilmi Çin’de olsa alırsak,
İnsana hizmeti kutsal sayarsak,
Atatürk’ün yolu ile yürürsek,
İşte biz o zaman kalkınacağız
Oruç-namaz ile haram yemezsek,
Toplu vuran yürekleri korursak,
Dünyadaki oyunlara kanmazsak,
İşte biz o zaman kalkınacağız
Yalan konuşmayıp dürüst olursak,
Hile ve riyadan uzak durursak,
Ötekilik duygusunu silip atarsak,
İşte biz o zaman kalkınacağız
Güçlü olanları haklı kılmazsak,
Adaleti devlet dini yaparsak,
Aç komşu var iken uyuyamazsak,
İşte biz o zaman kalkınacağız
Vicdanı ve aklı sağlam tutarsak,
Okuyup-düşünüp bilinç alırsak,
Geleceği bilim üzre kurarsak,
İşte biz o zaman kalkınacağız.
YAZAR : Prof.Dr. Kerem Karabulut
YAZAR : Prof.Dr Kerem Karabulut
EĞİTİM VE KALKINMA
Günümüzde gelir düzeyi düşük olan ülkeler veya eğitim ve sağlık hizmetlerine daha az kaynak ayırabilmekte ve böylece “geri kalmışlık kısır çemberi” devamlılığını korumaktadır. Bu durum, özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından ciddi sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Hatta John Kenneth Galbraith, günümüzün gelişmiş toplumlarında da önemli sosyal dengesizlik sorunlarının olduğunu vurgulamaktadır. Azgelişmiş ve gelişmekte olan toplumların dünya kalkınma yarışında geri kalmışlıktan kurtulmaları için eğitime ve eğitim yoluyla şekillenen sosyal ve beşeri sermayeye önem vermeleri gerekmektedir. Bu doğrultuda, sosyal ve beşeri sermayeyi izah edip doğru bir eğitim modeli önerilecektir.
SOSYAL VE BEŞERİ SERMAYE
Bir toplumun sahip olduğu kurumların tümüne “sosyal sermaye” denmektedir. Toplumun sahip olduğu örf ve adetlerden-kanunlardan-kurallardan-bürokrasinin kalitesinden-rüşvetin yaygınlığından-yönetim biçiminden ve ekonominin açıklığından oluşan sosyal sermaye, iktisadi büyümeyi etkileyen önemli bir unsurdur. Bir ülkenin sahip olduğu sosyal sermaye, insanların üretmeye- icat etmeye yönelik davranışlarını etkilemek suretiyle büyüme üzerinde etkili olur. Dünya pratiği sosyal sermayesi zayıf olan ülkelerin büyüme hızlarının düşük olduğunu göstermektedir. Bu yüzden de, hükümetlerin büyümeyi hızlandırmalarının bir başka yolu, sosyal sermayeyi sürekli geliştirmektir. Bunun, eğitimli ve sağlıklı bir toplum yapısına sahip olmayla mümkün olacağı açıktır.
Sosyal sermaye, genellikle, işlerin koordinasyonunu kolaylaştırarak toplumun etkinliğini artırabilen karşılıklı itibar ve güven şeklinde karakterize olmuş bir sosyal ilişkiler ağına işaret etmektedir. Bunların hepsine kısaca, bir toplumun sahip olduğu kurumlar ve onların işleyiş biçimi demek mümkündür. Sosyal sermaye kavramının köklerinin Durkheim, Marks ve hatta Aristo’ya kadar gittiği vurgulanmaktadır.
“Klasik iktisatçılar, toprağı, işgücünü ve fiziki sermayeyi, ekonomik gelişmeye katkıda bulunan üç önemli üretim faktörü olarak belirtmişlerdir. Robert Solow 1950’li yıllarda teknolojinin (fiziki sermaye) önemini ortaya koyarken, T. W. Schultz ve Gary Becker 1960’lı yıllarda beşeri sermaye kavramının önemini vurgulamışlardır. Bu iki yazara göre bir toplumda klasik üretim faktörlerinin verimli olarak kullanılması bilgi stokuna, eğitimli ve sağlıklı işgücüne bağlıdır”
Beşeri sermaye, bireylere özgü kabiliyetlerin toplamı olarak ifade edilebilir. Beşeri sermaye, kabiliyet, beceri ve bilgi gerektirmektedir. Milyonlarca insanın beynine giren bilgiler sonucu oluşan beşeri sermaye, buradan çok prodüktif hale dönüşebilmektedir. “…Beşeri Sermaye Teorisini ortaya atanlardan Denison’un yaptığı bir araştırmada (1962), 1929-1956 döneminde ABD’de çalışanların kişi başına reel milli gelir artışlarının yüzde 42’sinin eğitim yoluyla işgücünün kalitesinde meydana gelen iyileşmeden kaynaklandığı hesaplanmıştır. Bu konudaki diğer bir çalışmada da, Latin Amerika ülkelerinin sanayi üretimlerinde 1960-1970 yıllarında görülen hızlı artışın, işgücünün kalitesinde meydana gelen önemli artışlara dayandığı belirtilmiştir. Dolayısıyla, ülkelerin sosyal ve ekonomik güçleri ile eğitim ve kültür seviyeleri arasında çok yakın bir ilişki vardır. Kültür ve eğitim seviyesi ne kadar yüksek olur ise, ülkenin ekonomik gelişmesi de o kadar hızlı olmaktadır (Karluk; 1996; 13). Eğitim ve kültür birikimi de ülke nüfusunun öğrenme düzeyi ve yöntemiyle ilgili bir konudur. Öğrenme, temelde üç unsura bağlıdır; sahip olunulan zekâ, yetenek ve bu doğrultudaki dürtüler. Yapılan çalışmalar göstermiştir ki, ülke nüfusları arasın da zekâ ve yetenek açısından çok anlamlı farkalar yoktur. Önemli farklılaşma dürtüler ile ilgilidir. Bu da eğitime ayrılan kaynaktan, eğitime verilen önem ve eğitim teknolojilerine kadar bir bütün olarak “eğitim sosyal sermayesi” denilebilecek hususların süreçte iyi işletilmesi ve böylece uygun sonuçlar alınmasını kapsamaktadır.
İnsani gelişme endekslerinde dikkate alınan değişkenler ise çoğunlukla kalkınmanın temel sacayaklarından olan beşeri sermaye ile ilgilidir. İktisadi kalkınma ve büyümenin temel üç kaynağı vardır. Bunlar:
- Tasarruf ve yeni sermaye yatırımları,
- Beşeri sermaye yatırımları,
- Yeni teknolojilerin bulunması ve geliştirilmesi.
Ülkelerin daha hızlı ekonomik kalkınma politikalarında, bu üçlü kalkınma kaynaklarını beşli bir sınıflandırmayla da göstermek mümkündür.
- Tasarruf teşviki,
- Ar-Ge’nin desteklenmesi,
- Yüksek teknolojili endüstrileşmenin hedeflenmesi,
- Uluslar arası ticaretin teşviki,
- Doğru eğitimin desteklenmesi.
Beşeri sermaye artışına yapılacak yatırımlar, tıpkı makine parkı için yapılacak yatırımlar gibi düşünülebilmektedir. Bu tür yatırımların getirisi, artan verimlilik ve daha yüksek gelir elde etme ile ölçülmektedir. Çünkü, ortalama beşeri sermaye seviyesi düşük olan fakir ülkeler, kalitesiz imalat malları üretmeyi tercih etmekte ve bu yüzden de nispi olarak düşük bir büyüme oranına sahip olmaktadırlar. Fiziksel sermaye yatırımına ve beceri birikimine (eğitimli insan-beşeri birikim) önemli ölçüde kaynak ayırabilen ülkelerin zengin, kaynak ayıramayanların ise fakir oldukları belirtilmektedir. Günümüzde artık az gelişmişlik kısır döngüsünü kırmak isteyen her ülke için beşeri sermayeye yatırım yapmak zorunlu hale gelmiştir. Sosyal ve beşeri sermayesi güçlü olan ülkeler kalkınmış ülke olabilmekte, bu iki sermayeyi geliştirmenin veya oluşturmanın yolu ise eğitimden geçmektedir. Bu nedenle eğitim kalkınma ilişkisinin teorik temelini iyi anlamak gerekmektedir. Aşağıdaki başlıkta bu husus vurgulanmaktadır.
EĞİTİM VE KALKINMA İLİŞKİSİ
Bir çok iktisatçı, eğitimin, “üretim artırıcı” etkisinde hemfikirdir. Merkantilizmden Neoklasik düşünce akımına kadar olan bütün iktisadi ekollerde, eğitimin ekonomik kalkınma üzerinde etkisi araştırılmıştır. Yapılan araştırmaların büyük çoğunluğunun, eğitimin kalkınmayı olumlu yönde etkilediği yönünde sonuçlar elde ettiği söylenebilir.
18. y.y.’ın önemli iktisatçılarından M. Postletwayt uluslarlarası planda yapmış olduğu araştırmalarda, eğitimin iktisadi kalkınma için temel bir unsur olduğunu belirlemiştir. A. Smith, “ulusların zenginliği” adlı eserinde (1776), eğitimin geliştirilmesinin önemi üzerinde durmaktadır. R. Malthus, eğitimin önemine değinirken, onun, insan kaynağı yaratmak için değil, insanın daha iyi yaşaması için gerekliliğini belirtmiştir. Çünkü eğitim nüfus kontrolüne katkıda bulunmakta ve işgücü ordusunun sayısını azaltarak ulusal geliri yükseltmektedir. Malthus, yoksul sınıflar için yaygın bir eğitimin nüfus artışını önleyeceğini ve bunun sonucu olarak da toplumsal huzursuzlukların giderileceğini dile getirmektedir. Malthus’un söylediği düşüncelerin Türkiye için Doğu ve Güneydoğu’da uygulanması gereken anlayış olduğu söylenebilir. Çünkü, Türkiye’nin sosyo-ekonomik açıdan en geri kalmış iki bölgesi olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde “çok çocuk-az gelir” bileşimi her çocuğun çağın gerektirdiği eğitim ve sağlık imkanlarından yararlanmasını önleyen ve böylece geri kalmışlık sürecini daimi kılan hususlardan biri olabilmektedir.
D. Ricardo da Malthus’a benzer şekilde, aile sayısının sınırlandırılması ya da aile planlaması (nüfus planması) ile ilgili olarak gerekli alışkanlıkların ancak eğitim kanalı ile sağlanabileceğini vurgulamaktadır. Klasik iktisatçılar içerisinde eğitime en fazla önem veren Senior’dur. Senior’a göre, devletin eğitime etkin bir şekilde müdahele etmesi zorunludur. Çünkü eğitim, cehalet ve yoksulluk çemberini kırarak nüfus artışının kontrolünü otomatik olarak sağlamaktadır. J.S.Mill de Malthus gibi eğitimin nüfus artış hızını yavaşlatacağını ve nüfusun sermaye ve istihdama oranını yavaş yavaş azaltacağını kabul etmektedir. Mill’e göre, kamu çıkarları için herkes eğitim görmeli ve bazı üstün zekalılar için de ileri seviyede eğitim olanakları sağlanmalıdır. A. Marshall da eğitimin, ulusal bir yatırım olduğunu ve en değerli yatırımın insana yapılan yatırım olduğunu vurgulamaktadır.
Keynesyenler ise, eğitimin yarı kamusal bir mal olarak sosyal devlet anlayışının gereği devlet tarafından sunulması gerektiği üzerinde durmaktadırlar. Ayrıca bu ekolün temsilcileri, eğitimin yanında diğer sosyal hizmetlerin de devlet tarafından yapılmasını vurgulamaktadırlar. “Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra, fiziki sermaye yatırımlarının bu sermayeyi kullanmasını bilen iyi yetişmiş nitelikli işgücüne sahip olan ülkelerde, yani Batı Avrupa ve Japonya’da mucizeler göstermiş olması, iktisatçıları bu konuyu ayrıntılı bir şekilde ele almaya yöneltmiştir. T.W. Schultz, E. F. Denison, S.G. Becker’in öncülük ettiği bu yeni akım, konunun bütün yönlerinin ayrıntılı olarak incelenmesini sağlamıştır. P. M. Romer, R. J. Baro, R. E. Lucas ve G. Mankiw tarafından geliştirilen içsel büyüme kuramları (endogenous growth theory) ile eğitimin iktisadi kalkınmadaki önemi daha iyi anlaşılmıştır. Günümüzde artık hiçbir iktisatçı eğitimin iktisadi kalkınmadaki rolünü göz ardı etmemektedir”.
Eğitim ile iktisadi büyüme arasındaki ilişkileri araştırmaya yönelik olarak yapılan ampirik çalışmalar, çoğunlukla eğitimin iktisadi büyümeyi pozitif yönde etkilediği doğrultusunda sonuçlar elde etmişlerdir. Ülkelerin sahip oldukları eğitilmiş insanlar (bilim adamı, mühendis, doktor, öğretmen gibi) ve onların kalifiye yardımcıları, o ülkelerin kalkınmaları için gerekli olan beşeri sermayeyi oluşturmaktadırlar. Gelişmiş ülkelerin, bilgi ve yeteneği yüksek, vasıflı emek arzındaki artışa rağmen, gelişmekte olan ülkelerden kalifiye emek talebinden vazgeçmemeleri beşeri sermayenin önemini ortaya koymaktadır.
Kalkınmayı başarabilmek için insan unsuruna ve onun eğitimine ihtiyaç vardır. “İnsana yatırım” adı verilen bu çabalar başlıca üç çeşit harcamadan oluşmaktadır. Bunlar; eğitim, sağlık ve beslenme harcamalarıdır. Eğitim ile verimliliği artan bir işçinin, ekonomik kalkınmaya katkısının sürekli olması, büyük ölçüde sağlığının yerinde olmasına bağlıdır. Bu nedenle, Bir ülkenin eğitim ve sağlık düzeyi ile ilgili göstergeler, o ülkenin kalkınmışlık derecesini ortaya koyan veriler arasında önemli bir yer tutmaktadır. Kalkınmışlığı yalnızca kişi başına düşen gelirle ölçmek ve ifade etmek yetersiz bir yaklaşımdır. Yüksekokulda okullaşma oranı, ortalama eğitim süresi, Ortalama yaşam süresi ve bebek ölüm hızı gibi eğitim ve sağlıkla ilgili temel göstergelerin de göz önüne alınması gerekir. Yani kalkınma, eğitim ve sağlık alanlarındaki sorunların çözümlenmişlik deresiyle özdeşleştirilmektedir. Bu göstergeler göz önüne alındığında, Türkiye’nin, gelişmiş ülkelerin gerisinde olduğu görülmektedir.
Klasik olarak kişi başına düşen ulusal gelir ve dağılımı, sanayileşme, işsizlik, altyapı, beslenme, eğitim ve sağlık gibi birçok ekonomik, sosyal ve kültürel göstergelere göre belirlenen kalkınma; Günümüzde “beşeri kalkınma” olarak adlandırılan yaklaşımla, ülkelerin eğitim ve sağlık göstergelerini ön plana çıkaran ve ülkelerin kalkınmışlık derecelerini daha çok bu iki sektördeki göstergelere göre belirleyen bir anlayış hakimdir. Fakir ülkelerdeki işçilerin eğitim, sağlık ve endüstriyel çalışmalarına yatırım amaçlı kaynaklar ayrılmadığı için, onlar aynı teknolojiyi kullanan zengin ülkelerdeki işçilerden çok daha verimsiz olmaktadırlar. Bu nedenle, eğitim ile birlikte iyi işleyen bir sağlık sektörü, ülke ve kalkınmasına ve bölgesel dengesizliklerin giderilmesine katkı yapacaktır.
Eğitim ve sağlık harcamalarının kalkınmaya olan katkısını, harcama sınıflandırmasından da anlamak mümkündür. Bu iki harcama, cari harcamalar içerisinde yer almalarına rağmen, kalkınmaya olan etkilerinden dolayı “kalkınma carileri”, “cari kalkınma harcamaları” veya “yatırım carileri” gibi isimlerle özellikleri vurgulanmaya çalışılmaktadır.
Türkiye’de toplam eğitim harcamalarının GSYH’ ya oranı 2000 yılında % 2,5’iken bu oran daha sonra düzenli olarak artmış 2005 yılında % 2,8, 2010 yılında % 3,5, 2012 yılında ise % 3,8’e ve 2019’da yaklaşık %4,5’e yükselmesine karşın bu oranlar OECD ortalamasının altında kalmaktadır.
TÜRKİYE İÇİN UYGUN BEŞERİ SERMAYE OLUŞTURUCAK EĞİTİM MODELİ
Altta çizilen modele uygun bir insan (beşeri sermaye) tipi oluşturulabilmesi (eğitim, devlet politikası ve diğer tüm çabalarla), ülke kalkınmasında devrim niteliğinde etki yapabilecektir. Sırasıyla dört aşamalı olarak düşünülen model insan (beşeri sermaye) tipi şu şekilde olmalıdır:
kalkınmaya katkı yapıcı örnek beşeri sermaye modeli (insan)
Aşamalar:
okuyan insan,
düşünen insan,
tartışan insan,
üreten insan,
Yaşam gayesi ve çabasının çoğunlukla böyle insanlardan oluştuğu toplumların daha hızlı ve istikrarlı kalkınmaları mümkün olabilecektir. 21. yüzyılın ekonomik ve üretim yapısı da bu tarzda bir yetişmiş insan modelinin oluşturulmasını gerektirmektedir. Bu çerçevede, 21. Yüzyıl üretim ekonomisi ile öncekinin farkını ortaya koymakta fayda vardır.
21. yüzyıl öncesindeki ekonomik yapı “satranç oyunu veya sahnesi” şeklindeydi. Yani; çok düşünme, doğru düşünme ve doğru hamle yapma bu dönemin temel kazançlı çıkma stratejisi idi. Bu dönemi 1-4. Sanayi devrimi arası olarak nitelemek mümkündür.
21. yüzyıl ekonomik yapısı ise, “bilgisayar ve bilgi oyunu” şeklindedir ve endüstri 4-5 olarak nitelendirilmektedir. Bu modelde; hız ve hıza ayak uyduracak ekonomik ve sosyal hamleler gerekmektedir. İşte bu hıza ayak uyduramayan toplumlar geride kalacaklardır.
Bir başka anlatımla, 21. Yüzyıl öncesinde var olan bir şeyi ilerletmek ve geliştirmek söz konusu iken, sonrasında olmayan bir şeyi hayal etmek ve onu icat etmek üzerine kurulu bir yapı söz konusudur.
David Landes’ten aktarılan şu ifade, insani gelişmenin önemini ortaya koymaktadır: “Sanayileşme ve ekonomik kalkınma sürecinin çekirdeği zihinseldir; belli bir teknik, yani bir işi belli bir biçimde yapma tarzı ile ilgili bilgi bütününü edinmek ve uygulamaktan ibarettir”. Bilginin kazanılması ve hayata geçirilmesinin önemi yönetim anlayışında da kendini göstermektedir. Zihinsel ilerlemeyi sağlayacak temel yol ise eğitimdir. Çünkü eğitim, bilgiyi alma ve kullanma yeteneğinin gelişiminde büyük ve kalıcı etkiler yapmaktadır.
Peter F. Drucker’e göre, İkinci Dünya Savaşı sırasında ve hemen sonrasında, yöneticinin tanımı, “astların işinden sorumlu olan kimse” biçiminde yapılırdı. Başka bir deyimle yönetici, “patron”du, yönetim de bir mevki, bir güçtü. 1950’lerin başlarına gelindiğinde bu tanım değişmiş, “yönetici, insanların performansından sorumludur”, denilmeye başlanmıştı. Bugün bu tanım da yetmemekte ve doğru tanım şöyle yapılmaktadır: “Bir yönetici, bilginin uygulanmasından ve performansından sorumludur”. Bu değişiklik, artık bilginin ve bilgiyi elde etmek için gerekli olan eğitimin önemini ortaya koymaktadır.
TÜRKİYE İLE AZERBAYCAN ARASINDA EĞİTİM ALANINDA YAPILABİLECEKLER
Azerbaycan’ın 1991 yılında bağımsızlığını kazanması ile Azerbaycan-Türkiye Eğitim İlişkileri başlamıştır. Bu ilişkilerin ilk temel başlangıcını ve yasal zeminini 3 Mayıs 1992 ‘de yapılan Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında Eğitim, Öğretim, Uzmanlık Hizmetleri, Teknik ve Bilimsel işbirliği Anlaşması’dır. Bu anlaşmanın her iki ülke parlamentosunca kabulünün ardında çok hızlı bir iş birliği süreci başlamıştır. Bakü’de kurulan Bakü-Türk Anadolu Lisesi, 2000 yılında Bakü’de açılan Bakü-Türk İlk ve Ortaokulu ve ayrıca Diyanet vb. Vakıfların açtığı liseler de mevcuttur. Tüm bu uygulamalara ve Azerbaycan ile Türkiye ortak tarih, kültür ve medeniyetlere sahip olmalarına rağmen, bu işbirliği istenilen noktaya henüz ulaşmamıştır (http://irs-az.com..). İşte Azerbaycan-Türkiye arasındaki eğitim ilişkilerini etkin hale getirebilmek için iki devlet arasında ortak bir üniversite kurulmasının yararlı olacağı anlaşılmaktadır.
Kurulacak üniversite, Kırgızistan’daki “Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi” ve Kazakistan’daki “Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi” modellerinden daha detaylı ve daha kapsamlı “Azerbaycan-Türkiye Bilim ve İşbirliği Üniversitesi” veya “İki Devlet-Bir Millet Üniversitesi” gibi bir adla bazı bölümlerin Türkiye’de olduğu, bazı bölümlerin de Azerbaycan’da olacağı bir devlet üniversitesi kurulmalıdır. Kurulacak üniversitenin öğrencileri iki yıl Azerbaycan’da iki yılda Türkiye’de eğitim alarak mezun olmalıdırlar. Bu üniversitelerin öğretim üyeleri de aynı maaş ve imkânlar ile Azerbaycan ve Türkiye’de dönüşümlü olarak çalışmalıdırlar.
Azerbaycan ile Türkiye arasında yapılacak önemli bir uygulama ise her iki ülkenin “üstün zekâlı” öğrencilerinin tespit edilip ortak bir eğitim programına tabi tutularak geleceğin teknoloji üretimi konusunda işbirliğinin sağlanmasıdır. Böylece iki ülkenin potansiyeli birleştirilerek geleceğe daha güçlü bir beşeri altyapısı sağlanmış olacaktır.
İki ülke arasında ortak tarih ve kültür birliğinin anlam ve önemini gelecek nesillere aktarmak için “eğitim koridoru” projesi oluşturularak ortaokul ve lise öğrencilerinin isteyenlerinin eğitim-öğretim hayatı boyunca bir defa da olsa Türkiye ve Azerbaycan’ı gezmelerinin sağlanması üzerinde çalışılmalıdır. Bunun için Kars-Tiflis-Bakü Tren yolu önemli bir avantaj sağlayacaktır. Bu ulaşım vasıtası ile Türkiye’ye gelen öğrenciler İstanbul’a kadar, Azerbaycan’a gelen öğrenciler de Bakü’ye kadar rehber eşliğinde yolculukları boyunca bilgilendirilerek ülkelerin sahip oldukları tarih ve medeniyet tanıtılmalıdır. Böylece her iki ülke için de geleceğe ortak bir akide ile bakan nesiller hazırlanmış olacaktır.
Son söz: İnsanoğlunun en büyük sorunu cehalet, ikincisi hastalık, üçüncüsü ise yoksulluktur. Her üç sorunu gidermenin tek yolu ise doğru eğitimdir.
Yazar: Prof. Dr. Kerem KARABULUT